Küresel ısınma uzun bir zamandır hükmünü icra ediyor.
2007’de Türkiye’nin en sıcak ve kurak yıllarından biri olmuştu.
Barajlarda yaşanan su kaybı ve yağışların azalması nedeniyle birçok il ve ilçede su kesintisine gidilmişti.
Her gün hızlanarak üzerimize gelen bu ağır tehdit karşısında ne yapmışız, alınan önlemler ne olmuş?
17 yıl sonra… Uzmanlar yağışların azalmasıyla meteorolojik kuraklık tehdidinin büyüdüğü ve Türkiye’nin 4’de 3’ünün kalıcı kuraklığa sürüklendiği uyarısında bulunuyor.
Ülke sadece depremin değil, susuzluğun ve kuraklığın da tehditi altında.
2007’de uzmanlar uyarmış ama kalıcı bir önlem alınmamış.
Hepsi medyaya yansımış ama gerekli tedbirler alınmamış.
Basın Tarihi’nin çok öğretici yanlarından biri de ; aslında yaşadıklarımızın hiç birinin kader olmadığını, büyük bir aldırmazlığın sonucu olduğunu belgelemesi…
* * *
2007 sadece doğasal değil toplumsal sorunların da büyüdüğü bir yıl.
13 Nisan’da, andıç, darbe planları ve Genelkurmay’ın “sivil toplum örgütleri”yle ilişkisini haber yaptığı için Ankara Askeri Savcılığı’nın talimatıyla polis tarafından basılan Nokta Dergisi yayınına son verdi.
* * *
18 Nisan’da ise toplumun hafızasında hâlâ izleri bulunan korkunç bir katliam yaşandı.
Malatya’da Protestan cemaat ile yakın ilişkileri olduğu öne sürülen Zirve Yayınevi bürosu basıldı.
Baskında Alman uyruklu Tilmann Ekkhart Geske, Necati Aydın ve Uğur Yüksel öldürüldü.
Emre Günaydın‘la birlikte yayınevi baskınına katıldıkları belirlenen 4 kişi, olayın hemen ardından yakalandı ve çıkarıldıkları mahkeme tarafından tutuklandı.
Bugün de bu cinayetlerin ardındaki gerçek hâlâ ortaya çıkmadı.
* * *
Nisan biterken ülke bu kez “e-muhtıra” ile sarsıldı.
O yılın dökümünü veren medya bunu şöyle yorumladı:
“27 Nisan 2007 gecesinde Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinde yayımlanan açıklamada, son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorunun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumda olduğu belirtilerek, ‘Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur’ açıklaması, TSK’nın Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı olarak istemediği olarak yorumlandı.
AK Parti cephesinden bu açıklamadan daha sert açıklama yapılarak ‘Genelkurmay Başkanlığı’nın başbakanlığa bağlı bir kurum olduğunun’ altı çizilirken, diğer siyasi partiler e-muhtıra olarak algılanan bu açıklamaya karşı bir demokratik duruş sergileyemedi.”
* * *
Aradan 17 geçmiş…
Huzur bulduk mu?
Ne gezer…
Niye bir türlü huzurlu bir toplum olamıyoruz?
Ya da şöyle sormalı, huzursuzluk kime yarıyor?
* * *
2007 ila 2024 kıyaslamasındaki kaybolmayan huzursuzluk konusunu uzatmayalım çünkü bugün bayram.
Her bayram “akide şekeri” kıvamında yazılmış eski bayram yazılarına döner bakarım.
Çetin Altan‘ın Milliyet’te yazdığı “Fıkırtılar ve kıkırtılarla bayram tatili başlarken…” başlıklı yazısına rastladım.
Bir bölümü şöyle:
“Sanırım anısal yazılarda, bazen anlatım biçimi, yani ‘üslup’ içeriğe ağır basar…
Diyelim eski bayramlarda, anne-babalarıyla aile büyüklerini ziyarete gelmiş küçük çocuklara bayram harçlıklarıyla, birer de mendil verildiğini anlatıyorsun. Anlatıyorsun da, nasıl anlatıyorsun?
* * *
Türkiye’nin fıkırtılı, kıkırtılı bir ülke olmasının baş nedenlerinden biri; ‘yazı üslubu’ndaki Türkçe kuyumculuğunun, algılama dışı bir boşluğa yuvarlanmışlığı…
1926’da Yakup Kadri de aynı boşluktan şöyle yakınıyordu:
“Çağdaş Fransız şairlerinden biri de kendisi için: ‘Ben suya taş atan adamım’ diyor; buradaki sudan maksat kamunun ruhu değil midir?
Şair bir havuz kenarında eğlenen bir çocuk gibi, bu suya taşlar atıyor ve her taş kendi ağırlığı ve büyüklüğüne göre birtakım halkalar açarak ve sesler çıkararak suyun dibine batıyor.
Ey Türk şairi! Senin taş attığın yer ise, hiç dalgalanmayan ve hiç ses vermeyen karanlık ve ıssız bir boşluktur.”
* * *
21’inci yüzyılın 11’inci yılındaki Kurban Bayramı arifesinde; ne çarşı pazarda bayram alışverişine çıkmışların, ne tatili geçirmek için yollara düşmüşlerin ilgileneceği bir konu, Yakup Kadri’nin de vaktiyle yakındığı ‘boşluk’…
* * *
“Yazı üslubu”ndaki Türkçe kuyumculuğunun, algılama dışı bir boşluğa yuvarlanmışlığı…
Yazının yazılmasından bu yana 13 bayram daha geçti…
O boşluk adeta şimdilerde dipsiz bir kapkaranlık kuyu gibi…
Ama bir ışık, bir ümit de var ülkede.
* * *
“Enseyi karartmayalım.”
Bir gün huzuru da buluruz, Türkçe kuyumculuğunun tadına da varırız… En azından bunu umabiliriz.
İyi bayramlar.
Etiketler: basın tarihi, çetin altan, şeker bayramı
P24’ten alınmıştır.