Dünyadaki tüm medeniyetler birbirlerini etkileme eğiliminde; bu durum özellikle dil, kültür ve mutfakta kendini gösteriyor. Yakın geçmişe kadar geleneksel olarak bu benzerlikler komşu ülkeler arasında nispeten daha yaygındı. Ancak geçtiğimiz yüzyılda, özellikle de son 50 yılda, kıtalararası ortaklıklarda yükselişe tanık oluyoruz ve bu da sanatsal ifadenin benzersiz bir biçimini ortaya çıkarıyor: Çeşitli nedenlerle ana vatanlarını terk etmek zorunda kalanlar ve onların melez eserleri.
Bu kişiler genellikle uzak ülkelerin vatandaşlarıyla birliktelikleri sonucu farklı geçmişlere sahip yeni bir neslin doğmasına sebep oldu. Özellikle Filistinli, Lübnanlı ve İranlılar (gelecekte yeni nesil Suriyeliler de olacak) dünya çapında diasporalar kurdular. Bu kıtalararası birliktelik sonucu doğan çocuklar, özellikle de sanatsal eğilimi olanlar, bugün melez müzik olarak tanıdığımız müziğin yaratılmasına katkıda bulunuyor.
Farklı sebeplerle ortaya çıkan melez müziğin mutlaka romantik ilişkilerden kaynaklanması gerekmiyor elbette. Ancak bugün, uluslararası aşktan ilham alan melez müzisyenler tarafından şekillendirilen müzikal alanı incelemek istiyorum. Örneğin, hem Filistin hem de Şili kültürel geçmişine sahip Filistin Kefiyesi ile ABD’de sahneleri süsleyen Elyanna. Bir diğer kayda değer müzisyen ise İngilizce şarkı söylemesine rağmen kendine özgü vokal tarzı ve ud kullanımıyla dinleyicileri Orta Doğu’nun dokunaklı sesleriyle buluşturan Mısırlı ve Belçikalı-Flaman yetenek Tamino. Göçün melez müzik üzerindeki etkisi, (yıllar önce Antakya’da tanıştığım) Tayfun Guttstadt gibi müzisyenlerin Türkiye ve Almanya arasındaki müzikal birlikteliği teşvik eden elçiler olarak görev yaptığı Almanya’da da görülüyor.
Ve bugün sizi İran (Azeri) ve Norveç etkilerinin karışımını örnekleyen yükselen bir yıldızla tanıştırmak istiyorum: Marie Sahba.
Marie Sahba, İran ve Azeri mirasını müziğine kusursuz bir şekilde entegre ederek eşsiz ve etkileyici bir füzyon yarattı. Marie Sahba’yı ilk olarak, İran santuru eşliğinde, İngilizce sözlü bir şarkı dinlerken aniden “Azeri Baby” ve “seni özledim” sözlerini duyduğumda merak ettim. İlgimi çeken yalnızca sözler değildi. Marie Sahba’nın müziği yeni bir tür sunuyordu; elektronik-pop türünde, İran ve Azeri müziğinin uyumlu birlikteliği, daha önce karşılaşmadığım keyifli bir yakınlaşma.
Rashid Behdudov ve Sara Qadimova gibi Azeri efsanelere hayranlık duyan ve bir elektronik pop dinleyicisi olarak, kendimi Marie Sahba’nın müziğine doğru çekilmiş buldum. Şarkı sözlerini biraz daha araştırınca, şarkılarının ardındaki ilham kaynağının İranlı babasına duyduğu özlem olduğunu öğrendim.
Marie Sahba, geçtiğimiz yıl İstanbul ve Ankara’da sahne almasının ardından, Türkiye’de çoktan iz bırakmış durumda ve geçtiğimiz hafta ilk albümünün yayınlanması ile eşzamanlı olarak Ankara dinleyicisi ile buluştu. Bir zamanlar İstanbul’da yaşamış babasının yine İstanbul’da izini süren klibini de ilk defa İstanbullular izledi.
Marie Sahba’nın Doğu ve Batı tınılarını eşsiz bir şekilde harmanlaması ilgimi çeken bir unsur oldu ve bu ulus ötesi aşkın etkisiyle gelişen Doğu-Batı sentezi hakkında fikir edinmek için kendisi ile Ankara’da görüştüm.
Marie, annesi ve babasının ilk defa Oslo’da tanıştığını söylüyor; “Annem ve babam tesadüfen kütüphanede tanışmış. Babam dört yıl İstanbul’da yaşadıktan sonra 22 yaşında Norveç’e gelmiş. Annem ve babam sekiz yıl birlikte yaşamalarının ardından ayrıldılar fakat hep arkadaş kaldılar.”
Müziğin hayatına nasıl girdiğini sorduğumda ise; “Çocukluğumda hayatım hep müzikle doluydu, annem Batı pop müziği ve diğer tüm müzik türlerini ve babam Azeri, İran ve Türk müziği dinlerdi. Babam neredeyse her akşam İbo Show izlerdi. Televizyon izlediğinde, bu muhakkak müzik ile ilgili olurdu, orkestra müzikleri dinlerdi. Kendileri müzisyen olmasa dahi, hayatları her zaman müzik ile iç içeydi. Dinledikleri müzik çok çeşitli olduğu için, ben de dünya müzikleri ile büyüdüm. Hatta annemin anlattığına göre, henüz bebekken, Vivaldi-Four Seasons çalarken, kafa sallıyormuşum”, diye yanıt veriyor.
Küçük yaşlardan itibaren şarkı söylemek için eğitim almak istediğini, annesine sıklıkla belirttiğini söylüyor, Marie, zira en büyük tutkusunun müzik olduğunu ve piyano derslerine de bu sebeple başladığını, belirtiyor. Bu tutku onu lisede müzik okulundan mezun olmaya kadar götürmüş.
Bu iki kültürü müziğinde buluşturma kararını ise şöyle tarif ediyor: “Çocukken, ismim ve etnik farklılığım nedeniyle, zorbalığa maruz kaldım ve diğer çocuklarla mesafeli bir ilişkim vardı. Bu nedenle geçmişim ve köklerimle çok da mutlu olamadım. Ve karşılaştığım zorlukları müzikle ifade etmeyi seçtim. Fakat büyüdükçe, köklerime döndüm ve bununla artık mutlu olmaya başladım ve nihayetinde her geçen gün daha da merak ettim kültürümü. Babam hastalandığında ise, çok daha önemli olmaya başladı ve sürekli bir keşif içerisindeydim. Her bir keşif beni daha fazla içine çekti ve müziğime dahiliyeti, benim kendimi ifade ediş şeklim oldu. Ve karşılaştığımız olumsuz deneyimler aslında bizi sanata iten bir güç aynı zamanda. Amacım, bu alanda çok çalışarak ve kim olduğum ile gurur duyarak, sesimi dünyaya duyurmak.”
Kendisine, Türkiye ile olan yakın ilişkisini, ilk albümünün çıkışını Ankara’da duyurmasını ve klibini İstanbul’da çekmesinin nedenini sorduğumuzda, bize hikayesini şöyle anlatıyor Marie; “Türkiye ile her zaman çok yakın bir ilişkim oldu, çocukken sık sık Türkiye’ye gelirdik ve Türk müziği dinleyerek büyüdüm. Ayrıca müziğimi dinleyenlerin çoğunluğunun Türkiye’den olması ile, ilk yurt dışı konserimi Türkiye’de vermek doğal olarak ilk tercihim oldu. Ve şimdiye kadar hep çok olumlu ve sıcak tepkiler aldım. İskandinavya’da çoğunlukla utangaç bir tavır benimsenmesi nedeniyle, müziğime verilen tepkileri anlamak çok kolay olmadı fakat burada konserlerde insanların verdiği tepkilerden çok memnunum. Farklılıklarımız var fakat benzerliklerimiz de var. Burada olmayı ve burada müzik yapmayı çok seviyorum. Buraya sürekli gelmek istiyorum. Aslında planım şu, yazın Norveç’te, orada kış olduğunda ise İstanbul’da olmak, çünkü Norveç şu anda -40 derece”, burada gülüyor.
Marie’nin Türkiye’den en sevdiği müzisyenler Tarkan (onunla düet yapmak, Marie’nin hayali, buradan Tarkan’a duyuralım. Ayrıca Norveç’te bir TV programının background şarkısının Şımarık olduğunu söylüyor) ve İbrahim Tatlıses (çocukluğundaki anısı ile, özel hayatının farkında da olmayarak).
Marie, Türkiye’den müzisyenler ve yönetmenler ile de yakın çalışıyor; canlı performanslarında ona eşlik eden Efe Demiral ve Ozan Sarohan, Azeri Baby şarkısında Marie’yi destekleyen Yasemin Özler ve “A Billion Years Too Soon” şarkısının yönetmeni Emre Köktaş.
Yaşadığımız küreselleşen dünya, Marie Sahba gibi müzisyenlerin kültürel füzyonun elçileri olarak çalıştığı, gerçekten olağanüstü bir şekilde kültürel zenginliği yansıtan melez müziğin doğmasına neden oldu. Kültürlerin birbirine bağlılığını kucaklamaya devam ettikçe, çeşitliliğin ve paylaşılan deneyimlerin güzelliğini kutlayan daha fazla müzik türünün gelişmesini bekleyebiliriz. Artık aramızdan biri olan sevgili Marie Sahba’nın “A Billion Years Too Soon” klibini izlemek için buyrunuz ve albümünü dinlemek için ise buradan buyrunuz.